Allah azze ve celle mealen şöyle buyuruyor:

Peygamberimiz (S.A.V) şöyle buyurdu:


27 Şubat 2010 Cumartesi

Almanya Paderborn’de Şehadet

26 Şubat 2010 Cuma

Dört Büyük Suud Âliminden Dinler Arasi Diyalog ile İlgili Reddiye

Hamd olsun bir ve tek olan Allah’a! Salât ve selâm olsun, kendisinden sonra peygamber olmayana! Âilesine ve ashâbına, ve amellerin karşılık göreceği güne kadar, ihsân ile onların izinden gidenlere!

Birincisi:
Müslümanların hakkında icma ettikleri ve dinden olduğu zorunlu olarak bilinen, İslâm’daki temel inanç esaslarından biri şudur: Yeryüzünde İslâm dininden başka hak din yoktur. İslâm, dinlerin sonuncusudur ve kendisinden önceki bütün dinlerin ve şeriatlerin hükmünü iptal edip ortadan kaldırandır. Dolayısıyla, yeryüzünde artık, İslâm’dan başka kendisiyle Allah’a ibadet edilebilecek bir din kalmamıştır. Yüce Allah şöyle buyurur
“Hiç şüphesiz Allah katında din İslâm’dır.” [3/Âl-i İmrân, 19] Yine şöyle buyurur:

“Bugün sizin için dininizi kemâle, üzerinizdeki nimetimi tamama erdirdim. Sizin için din olarak İslâm’dan razı oldum.” [5/Mâide, 3] Yine şöyle buyurur:

“Her kim din olarak İslâm’dan başkasını ararsa, ondan asla kabul edilmeyecek ve o, âhirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.” [3/Âl-i İmrân, 85]
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in gönderilişinden sonra İslam, sadece onun getirdiğidir, ondan başka dinler değildir.


İkincisi: İslâm’daki temel inanç esaslarından biri de şudur: Allah’ın kitabı, Kur’ân-ı Kerîm’dir. O, âlemlerin rabbinden indirilişi ve zamanı yönüyle Allah’ın kitaplarının sonuncusudur. Kur’ân, daha önce indirilen, Tevrât, Zebûr, İncîl ve bunlardan başka kitapların tümünün hükmünü iptal edip ortadan kaldırcı ve onlar üzerine hâkim bir belirleyicidir. Dolayısıyla, yeryüzünde artık, Kur’ân-ı Kerîm’den başka kendisiyle Allah’a ibadet edilebilecek indirilmiş bir kitap kalmamıştır. Yüce Allah şöyle buyurur:

“Sana da bu kitabı hak ile, kendisinden önceki kitapları tasdîk edici ve onlar üzerine hâkim belirleyici olarak indirdik. O halde aralarında Allah’ın indirdikleriyle hükmet. Sana gelen haktan ayrılıp onların arzularına uyma!” [5/Mâide, 48]


Üçüncüsü: Tevrât ve İncîl’in hükmünün, Kur’ân-ı Kerîm ile iptal edilip ortadan kaldırıldığına iman etmek farzdır. Yine, eklemeler ve çıkarmalar ile onların bozulup değiştirildiğine iman etmek de farzdır. Nitekim bu hususa dair Allah’ın Kitâb-ı Kerîm’inde pek çok açıklamalar gelmiştir. Bunlardan biri Yüce Allah’ın şu buyruğudur
“Sözlerini bozdukları için onları lanetledik ve kalplerini kaskatı ettik. Onlar, kelimeleri yerlerinden oynatarak tahrif ederler. Kendisiyle uyarıldıkları şeyleri unuttular. İçlerinden çok azı müstesna, onlardan daima bir hainlik görürsün.” [5/Mâide, 13] Yine Yüce Allah şöyle buyurur:

“Kitabı elleriyle yazıp da biraz para karşılığında bu Allah katındandır diyenlerin vay hâline! Vay elleriyle yazdıkları yüzünden onlara! Vay kazandıkları yüzünden onlara!” [2/Bakara, 79] Yine Yüce Allah şöyle buyurur

“Kitap Ehlinden bir kısmı da var ki, kitabı okurken dillerini eğip bükerler tâ ki, okudukları şeyi kitaptan sanasınız. Oysa o kitaptan değildir. Bir de derler ki, “Bu Allah katındandır.” Oysa o Allah katından değildir. Bile bile Allah hakkında yalan söyleyip dururlar.” [3/Âl-i İmrân, 78]
Bundan dolayı, bu iki kitabın içinde sahîh olan hususlar İslâm ile hükmü iptal edilip ortadan kaldırılmış, onların dışındakiler ise bozulmuş ve değiştirilmiştir. Sâbit olduğu üzere, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, Ömer ibnu’l-Hattâb radıyallahu anhu’yu, beraberinde içinde Tevrât’tan bazı şeyler bulunan

bir sayfa ile görünce öfkelenmiş ve şöyle buyurmuştur: “Sende şüphe mi var ey Hattab’ın oğlu! Ben pırıl pırıl ve tertemiz olanla gelmedim mi? Eğer kardeşim Mûsâ hayatta olsaydı, bana tâbi olmaktan başka seçeneği olmazdı.” Ahmed, Darimî ve bu ikisinden başkaları rivâyet etmişlerdir.

Dördüncüsü:
İslâm’daki temel inanç esaslarından biri de şudur: Nebîmiz ve rasûlümüz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’dir. O, nebîlerin ve rasûllerin sonuncusudur. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur

“Muhammed, adamlarınızdan herhangi birinin babası değildir. Ancak o, Allah’ın rasûlü, nebîlerin sonuncusudur.” [33/Ahzâb, 40]
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’den başka tâbi olunması farz olan rasûl kalmamıştır. Eğer Allah’ın peygamberlerinden ve rasûllerinden herhangi biri hayatta olsaydı ona tâbi olmaktan başka bir seçeneği olmazdı. Hiç şüphesiz ki o rasûllere tâbi olanların da bundan başka bir seçenekleri söz konusu değildir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurur

“Allah peygamberlerden ahit alarak, “Ben size kitap ve hikmet verdikten sonra, sizdeki kitabı tasdik edici bir peygamber geldiğinde mutlaka ona

iman ve yardım edeceksiniz” buyurmuş ve sormuştu: “Bu ahdi kabul edip üstleniyor musunuz?” Onlar “Kabul ettik” dediler. Allah buyurdu ki: Şahit olun; Ben de sizinle beraber bu ahdin şahidiyim.” [3/Âl-i İmrân, 81]
Allah’ın peygamberi Îsâ aleyhisselam ise, âhirzamanda indiğinde Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in bir tâbisi ve onun şerîatı ile hükmedici olacaktır. Yüce Allah şöyle buyurur:


“Onlar, ellerindeki Tevrât’ta ve İncîl’de yazılı buldukları ümmî nebî olan Peygambere uyanlardır. O Peygamber onlara iyiliği emreder, kötülükten sakındırır, temiz şeyleri onlara helâl eder, pis şeyleri haram kılar, daha önce üzerlerinde bulunan ağır yükleri ve bağları kaldırır. Ona iman eden, onu destekleyen, ona yardım eden ve onunla indirilmiş olan nura uyan kimseler, işte onlar başarı ve mutluluğa erenlerdir.” [7/A’râf, 157]

Yine, İslâm’daki temel inanç esaslarından biri de şudur: Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem bütün insanlığa gönderilmiştir. Yüce Allah şöyle buyurur


“(Ey Muhammed!) Biz seni, bütün insanlığa rahmetimizin müjdecisi, azabımızın uyarıcısı olarak gönderdik, ancak insanların ekserisi bunu bilmezler.” [34/Sebe, 28] Yine şöyle buyurur:

“De ki: Ey insanlar! Ben sizlere; hepinize birden gönderilmiş Allah’ın rasûlüyüm” [7/A’râf, 158] ve bun-lardan başka pek çok âyetler bunun delilidir.)

“Ve bana bu Kur’ân vahy olundu ki sizi ve her kime ulaşırsa onu bununla uyarayım.” [6/En‘âm, 19] Yine Yüce Allah şöyle buyurmuştur

“Bu Kur’ân, insanlara bir tebliğdir tâ ki onunla uyarılsınlar.” [14/İbrâhîm, 52] Bunlardan başka âyetler de vardır.

Beşincisi:
İslâm’ın temel esaslarından biri de şudur: Yahudilerden, Hıristiyanlardan ve diğerlerinden İslâm’a girmeyen herkesin küfürde olduğuna ve kâfir olarak adlandırılacağına itikad etmek farzdır. Yine, böyle bir kimsenin Allah’ın, rasûlünün ve müminlerin düşmanı olduğuna ve cehennemlik olduğuna inanmak da farzdır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurur: ڇ

“Kâfir olanlar, yani o Ehl-i Kitap ve müşrikler, apaçık bir hüccet gelinceye değin (küfürlerinden) ayrılacak değiller.” [98/Beyyine, 1]
Yine şöyle buyurmaktadır:

“Hiç şüphesiz kâfir olanlar, yani o Ehl-i Kitap ve müşrikler; orada ebediyyen kalmak üzere cehennemdedirler. İşte onlar, yaratılmışların en kötüleridir.” [98/Beyyine, 6] Yine şöyle buyurmaktadır:
Sahîh-i Müslim’de de şöyle sâbit olmuştur: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Canımı elinde tutan zâta yemîn ederim ki, şu insanlıktan; Yahudi veya Hıristiyan olup da beni işiten, sonra da benimle gönderilene iman etmeden ölen ancak cehennemliktir.” Bunlardan dolayı, her kim Yahudi ve Hıristiyanları tekfîr etmezse kendisi kâfirdir. Bu konudaki temel şer‘î kâide şudur: “Kâfiri tekfîr etmeyenin kendisi de kâfirdir.”

Altıncısı: İşte bu temel inanç esasları ve şer‘î kâideler gereğince, hiç şüphesiz dinleri birleştirme, onları birbirine yaklaştırma ve eritip tek bir kalıba dökme çağrısı, hileli habîs bir davettir. Bunun maksadı, hakkı batıl ile karıştırmak, İslam’ı yok etmek, onu ayakta tutan sütunları yıkmak ve bütün Müslümanları kuşatıcı bir şekilde dinden dönüşe sürüklemektir. Bunun kanıtı Yüce Allah’ın şu buyruğundadır:
“Ellerinden gelse, dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaktan geri durmazlar. Sizden her kim dininden döner de kâfir olarak ölürse, işte öylelerinin dünyada ve âhirette bütün amelleri boşa çıkmıştır. Onlar ateş ehlidir ve orada ebediyyen kalacaklardır.” [2/Bakara, 217] Yüce Allah şöyle buyurur

“İsterler ki, onların kâfir oldukları gibi siz de kâfir olun da onlarla eşit hale gelin.” [4/Nisâ, 89]

Yedincisi:
Bu suçlu günahkâr davetin sonuçlarından biri, İslâm ile küfrün, hak ile bâtılın, ma’rûf ile münkerin aralarındaki farkın ortadan kalkması ve Müslümanlarla kâfirler arasındaki nefret engelinin yıkılmasıdır. Böylece ne velâ kalır ne de berâ; ne cihâd ne de Allah’ın arzında Allah’ın kelimesini yüceltmek için savaşmak kalır. Allah tebâreke ve teâlâ şöyle buyurur:

“Kendilerine kitap verilenlerden oldukları halde, Allah’a da, âhiret gününe de iman etmeyen, Allah’ın ve Resulünün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dinini din olarak benimsemeyen kimselerle zelil bir vaziyette elleriyle getirip cizye verinceye kadar savaşın.” [9/Tevbe, 29] Yine şöyle buyurur:

“Müşriklerin nasıl hepsi sizinle savaşıyorlarsa sizde onların hepsiyle savaşın; ve bilin ki Allah, korunanlarla beraberdir.” [9/Tevbe, 36]
(1) Yine şöyle buyurur:

“Ey iman edenler! Sizden olmayanları dost edinmeyin. Onlar size zarar vermekten asla geri durmazlar, daima sizin sıkıntıya düşmenizi isterler. Düşmanlıkları ağızlarından taşmaktadır; gönüllerinde sakladıkları ise daha büyüktür. Size âyetlerimizi böylece açıkladık, eğer aklınızı kullanacaksanız.” [3/Âl-i İmrân, 118]

Sekizincisi:
Hiç şüphesiz dinlerin birliğine davet eden bir müslümanın bu yaptığı, açık seçik bir şekilde İslâm dininden çıkmak/irtidat etmek olarak kabul edilir. Çünkü o, temel itikâdî esaslarla savaşmaktır. Allah azze ve celle’ye küfre razı olmak, Kur’an’ın doğruluğunu ve kendisinden önceki bütün kitapların hükmünü ortadan kaldırdığını; İslam’ın da kendinden önceki bütün din ve şeriatları ortadan kaldırdığını iptal etmektir. Bunlara binaen bu fikir; şer‘an reddedilmiş ve Kur’an, Sünnet ve İcmadan oluşan İslâm’daki şer‘î delillerin tümü ile kesin bir şekilde haram kılınmıştır.

Dokuzuncusu:
Yukarıda geçenlere binâen:
1- Rab olarak Allah’a, din olarak İslâm’a, nebî ve rasûl olarak Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e iman eden bir Müslüman için, -ona icabet etmek şöyle dursun- bu suçlu fikre davet etmesi, insanları onun hakkında cesaretlendirmesi,
(1) Âyetin bu meali için bkz: Tefsîru’s-Sa’dî

Müslümanların arasında bu fikri temize çıkarması asla caiz değildir. Yine konferanslarına ve toplantılarına katılmak; loca ve kulüplerine üye olmak da caiz değildir.
2- Müslüman bir kimse için tek başlarına Tevrât ve İncîl’i basması bile asla caiz değilken Kur’an-ı Kerîm’i onlarla birlikte tek bir ciltte basması nasıl caiz olur! Her kim böyle yapar veya böyle yapmaya çağırırsa o haktan çok uzak bir sapıklık içindedir. Çünkü bu, hak olan ile, yani Kur’an-ı Kerîm ile; tahrîf edilmiş olanı veya hükmü kaldırılmış olan hakkı, yani Tevrât ve İncîl’i birleştirmektir.
3- Yine, bir Müslüman için, ortak tek bir yerde mescid, kilise ve sinagogun birlikte inşa edilmesi davetine icabette bulunması asla caiz değildir. Çünkü, bunda İslâm’dan başka bir din ile Allah’a ibadet edilebileceğini kabullenme, İslâm’ın tüm dinlere galip oluşunu inkar, yeryüzü halkı için hangisini isterlerse onu seçebilecekleri üç din bulunduğu daveti, bu üç dinin birbirine denk olduğu iddiası, İslâm’ın kendisinden önceki dinleri neshetmediğine inanma vardır. Hiç şüphesiz ki bunları ikrar etmek, itikâd etmek veya rıza göstermek küfür ve sapıklıktır. Çünkü bu, Kur’ân-ı Kerîm’e, Sünnet-i Mutahhara’ya ve Müslümanların icmasına açık bir muhalefet; Yahudi ve Hıristiyanların yaptıkları tahrifatın Allah katından olduğunu kabullenmedir. Allah bundan çok çok yüce ve münezzehtir. Aynı şekilde, kiliseleri “Allah’ın evleri” olarak, oralarda bulunanları Allah katında sahih ve makbul bir ibadet ile ibadet edenler olarak adlandırmak da caiz değildir. Çünkü bu ibadet, İslam dininden başkasına göre yapılmıştır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Her kim din olarak İslâm’dan başkasını ararsa, ondan asla kabul edilmeyecek ve o, âhirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.” [3/Âl-i İmrân, 85]
Tam aksine oralar, içinde Allah’a kafirlik edilen evlerdir. Küfürden ve küfür ehlinden Allah’a sığınırız. Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullahu teâlâ Mecmû‘u’l-Fetâvâ (22/162)’ de şöyle der: “Kilise ve sinagoglar Allah’ın evleri değildirler. Allah’ın evleri yalnızca mescidlerdir. Tam aksine oralar, -bazen Allah zikredilse de- içinde Allah’a kâfirlik yapılan evlerdir. Evler sahiplerine göre değerlendirilir. Oraların ehli ise kâfirlerdir. Öyleyse oralar kâfirlerin ibadet yerleridir.

Onuncusu:
Bilinmesi vacip olan hususlardan biri de şudur: Kitap ve Sünnetteki açık delillerden dolayı, umumen bütün kâfirleri ve hususen Ehl-i Kitâb’ı İslâm’a davet etmek Müslümanlar üzerine farzdır. Bu da ancak, İslâm’dan hiçbir surette taviz vermeden açık seçik beyân ve güzel bir üslûp ile tartışma yoluyla olabilir. Böylelikle ikna olup İslam’a girerler veya helak olan açık bir delilden sonra helak olsun, yaşayan da açık bir delil üzere yaşasın diye üzerlerine hüccet ikâme olmuş olur. Yüce Allah şöyle buyurur:

“De ki: Ey Kitap Ehli! Aramızda ortak olan bir söze gelin: Allah’tan başkasına tapmayalım, hiçbir şeyi O’na ortak koşmayalım, birbirimizi Allah’ın yanı sıra rabler edinmeyelim. Yine de yüz çevirecek olurlarsa, deyin ki: “Şahit olun, biz Müslümanlarız.” [3/Âl-i İmrân, 64]


Ancak onlarla; isteklerini yerine getirmek, hedeflerini gerçekleştirmek, İslâm ve îmân bağlarını çözmek için tartışma, görüşme ve karşılıklı diyaloglar kurmaya gelince; işte bu, Allah’ın, rasûlünün ve müminlerin asla kabullenmediği bir bâtıldır. Onların nitelemelerine karşı Allah yardımcımızdır. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

“Onlara dikkat et, seni şaşırtıp da Allah’ın indirdiklerinin bir kısmından saptırmasınlar.” [5/Mâide, 49]
Yukarda zikri geçen hususları insanlara açık seçik beyân ettikten sonra umumi olarak Müslümanlara ve hususi olarak ilim ehline tavsiyemiz şudur: Allah’ın azabından ve gazabından korunup sakının, daima O’nun tarafından görülüp gözetlendiğiniz bilincinde olun, İslâm’ı savunun, Müslümanların akîdelerini sapıklıktan ve sapıklık davetçilerinden, küfürden ve küfür ehlinden koruyun, onları sapıklık ve küfür daveti olan “dinler arası birlik” davetinden ve onların tuzaklarına düşmekten sakındırın. Bu sapıklığın Müslüman memleketlere getirilmesine ve Müslümanlar arasında yayılmasına sebep olmaktan Allah, her Müslüman’ı korusun.
Esmau’l-husnâsı ve yüce sıfatlarıyla Allah’tan, bizi ve Müslümanları saptırıcı fitnelerden korumasını, bizleri hidayet ehlinden ve rabbimizden bir nûr ve hidâyet üzere İslâm’ı himaye edenlerden kılmasını ve O’na, bizden razı olduğu hâlde kavuşmayı dileriz.
Başarı Allah’tandır. Peygamberimiz Muhammed’e, âilesine ve ashâbına salât ve selâm olsun.


İmam Abdulazîz b. Abdillah b. Bâz
Şeyh Abdulazîz b. Abdillah Âlu’ş-Şeyh
Şeyh Sâlih b. Fevzân b. Abdillah el-Fevzân
Şeyh Bekr b. Abdillah Ebû Zeyd

Rebiu’l-Evvel 1430
Mart 2009
www.islam-tr.net

Abdulkadir Gürsever - Selefi Menheç 2

Abdulkadir Gürsever - Selefi Menheç 1

12 Şubat 2010 Cuma

11 Şubat 2010 Perşembe